20 Ağustos 2009 Perşembe

İlk izlenimler,kısa kısa...

Bu satırları yerde yazıyorum, basit bir şiltenin üstünde. İki gündür toplam 3 öğün yemek ya yedim ya yemedim.Ama hiç umrumda değil. En muazzam kuştüyü yataklarda yatırılıyor her akşam beluga havyarı yiyor gibiyim. Evet İsveç soğuk, hem de baya soğuk. İlk geldiğimiz gün (Ağustos 18) 9 derece sıcaklık ve sağanak yağmur kucakladı bizi. Zaten ağır olan bavullarımın bi de kalacağım yer olan Flogsta'ya gelmesine 200 metre kala çekçeğinin elimde kalmasıyla tutulan bütün kaslarım taş gibi şu an. Saçımı bile toplayamıyorum. Geleli sadece 2 gün oldu. Muazzam para harcadık. Ama bunlar başlangıç olduğu için harcanması zorunlu olunan paralar. Lükse kaçtığımız tek şey bugün sabah kahvaltısı niyetine yediğimiz Big Mac menü :)


Kendimi uzaylı gibi hissediyorum. Markette bozuk paraları aldığın yer, Mc Donaldsta sos aldığın yer, Otobüste kartı basma stilin, Yaya geçidinden geçerken yapman gerekenler en basit kurallar bile farklı.Allahtan yalnız değilim işte o zaman tam uzaylı olurdum. Tuğhan bana bir çok konuda yardımcı oluyor. Aslında sadece yanımda olması bile yetiyor. Çünkü dönüp de “şunu şöyle mi yapsak dersin?” diye sorabileceğin birinin olması ve bunu Türkçe yapabiliyor olman çok önemli.

Yemek yemiyoruz, çünkü kültür şokuyla besleniyoruz. Bir işi yapmadan önce en az 3-4 dakika durup insanların ne yaptıklarını inceliyoruz ondan sonra aksiyona geçiyoruz.

Elisabeth, bu hafta tanıştığımız bir melek. Ayrıca da International Buddy Programme tarafından bana atanan Buddy. Tuğhan da başvurmuş ama 3 kurada da ona Buddy atanmamış, bu kadar şanslı olduğumu bilmiyordum.

Odam mobilyasız ama bir gömme dolabım bir çalışma masam ve 3 tane de rafım var. Ayrıca ziyadesiyle büyük. Bugün IKEA'dan yatağımı ve ıvır zıvırlarımı aldık, yarın da geliyor kerata. Eğer Elisabeth olmasaydı yarına kadar ya çalışma masasının üstünde ya da buz gibi yerde basit bir şilteyle yatıyor olacaktım. Ama meleğimiz sayesinde o basit şiltenin üstünde bir yastık ve 2 battaniye var. (onlara rağmen gece dişlerim takırdayarak uyandım!!!)

Sabah Tuğhan'la beraber Elisabeth'siz şehir merkezi turu yaptık. Flogsta'dan çıkıp şehir merkezine giden otobüse bindik. Asıl amacımız kullanılmış ama iyi durumda olan bisikletlerden bulmaktı, burda bisiklet şart çünkü. En dandik, en paslı, en çürük bisiklet bile 1500 kron dan başlıyor (Yaklaşık 300 tl) Sıfırlar ise facia! Soluk renkli sümüklü görünümlü sıfır bisiklet 3000den başlıyor, en cicileri ise 6000 kron! Yıkılmış hayallerle, Saat 1de elisabetle Flogstada buluşup tekrar şehir merkezine oradan da Ikea'ya gittik. Yatak çok ucuza buldum hem de bayaaa bi rahattı. Gel gör ki çok fazla taşıma ücreti istiyorlar . Ama yapacak hiçbirşey yok, o yatağı sırtlanıp oraya götüremezsin, götürmeye kalksan bile otobüse binemezsin onunla. Çaresiz 100 küsür törkiş lirayı bayılıp bir de transportation fee ödedik. Ikea'dan çıkıp şehir merkezine giden otobüse bindik, amaç tekrar kullanılmış ya da sıfır bisikletlere bakmak. Yolumuzun üstündeki hipermarkette gördüğümüz bisikletilanı üzerine hemen dura basp oraya yollandık ve tamı tamına 1600 krona sıfır ve mükemmel görünümlü bisikletlerimizi aldık. Yarın da onları almaya gidiciiiz. Eh dönüşte onların üstünde gelmemiz gerektiği düşünülürse baya yorucu bi program olacak gibime geliyor. Pek yakın bir yol olduğunu zannetmiyorum.

25 metre aşağımda bi İCA var. Ama bizimkinin aksine bu baya bi hesaplı :) 2 gündür bütün alışverişleri oradan yapıyoruz.
Euro Shopper adlı marka Türkiyedeki BİM marka ürünler gibi. Mantıksızca ucuz!! Umarım ebemin homini sonra görmem 2. bi burunla falan :)
Ucuza pizza aldık 3lü. Dün 2sini mikrodalga yaptık. (Kendime not: Bir daha ASLA pizzayı mikrodalgada pişirmeye kalkma!!1) Mikrodalga faciasının peşinden ocakların altındaki fırınları keşfettik. Bugünkünü fırında yaptık, randıman mükemmel!
Şimdilik aklıma gelenler bunlar, yeni notlarla geri döneceğim!!!

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Son:3

Şu kısa hayatımın en büyük ikilemini yaşıyorum sanırım.

Bir tarafta yıllardır hayalini kurduğum herşey beni beklerken, diğer tarafta bırakacaklarımın beni şimdiden saran özlemi son günlerdeki içsel tartışmalarımın gündem maddesi.

Evet kabul ediyorum, buradan baktığım zaman toz pembe bulutlarla kaplı bir hayal dünyasının içine düşüyormuşum gibi gözüküyor. Medeniyetin içine; saygılı, tahammüllü, kibar,birikimi yüksek, belki biraz soğuk ya da çekingen ama yine de insan gibi insanların içerisine gidiyorum. Zaten buradaki müthiş sıcakkanlılıktan ne fayda gördüm ki? Yardıma ya da desteğe muhtaç olduğun zaman uzatılan o "misafirperver ve sıcakkanlı" eller -gencinden yaşlısına- genelde "Dur lan, belki verir" mantığıyla uzandığı için bir süre soğukkanlı insanlarla takılmaya razıyım sanırım. En son 80 yaşında süper zengin ve über kültürlü bir amcayla, gerizekalı boş kafa kro bir dövmecinin ortak noktası "sıcakkanlı" olarak addedildiğim için onlar tarafından tacize uğramam mesela. Böyle iki farklı kültürü bir potada eritebildiğim için kendimle gurur duyuyorum ayrıca. 3yıl yanında çalıştığım ülkenin en elit en kültürlü en sıcak profesörlerinden birinin de gözleri parlaya parlaya bana Swiss Otel'de bir gece teklif ettiğini de unutmamalı... (Çatla şehrazat!)

Özetle, oraya gidip orada çekeceğim bütün sıkıntıları biliyorum... Mercimek köftesiz, kısırsız, salçasız, lahmacunsuz hele hele doğru dürüst yoğurtsuz yaşamak hiç kolay olmayacak biliyorum ama denemeliyim. Ha biraz da parasızlık, memleket hasreti, yabancılık falan çekerim belki ama salçasızlıkla karşılaştırılamaz bile o!

Annemin her akşam Gülnurda kalıyorum diye yaptığı triplere dayanamayıp gecenin 3ünde eve dönmeyi


Gülçinin sabah öğle akşam yemeklerimi paketleyip elime verip "Hadiiyiişleriyigünlerdikkatligitarabalaradikkatetkendineiyibak!" şeklindeki sinir olduğum paket dua'sını


Gülnurun sürekli yanımda olmasını, park ve bahçeler müdürlüğünün bize tahsis ettiği her bölgede bilimum piknik yapmamızı, hatta aptal kedisini, ona dair herşeyini



Çağatay'ın sus beeğa sini


Caddebostanı


Artık çok sıkıldığım Beyoğlunu


Nezmiyi


Kermiti


Tanışır tanışmaz garip bi şekilde kendime çok yakın hissettiğim Kaan'ı. (Adama tanışır tanışmaz at dedim ya asdhaşshjasfg)


Şizofrenik sevgilim Fahri S. Korutürkü


Efes'i. (bence efes mutluluktur, mutluluk kapağın altındadır :))


Beraber yaşadığımız 8 yılın 5 senesinde ağzıma sıçan ama anca şimdilerde öz torunu muamelesini alabildiğim ilginç kadını, ananemi.
Türkiyenin en büyük usta başısını, Demirdöküm'ün atom karıncası Dedemi ve onun bitmek tükenmek bilmeyen Fransa-Almanya hhattı hikayelerini.


Vefasızlıklarından sıkıldığım hatta artık sevmediğim bütün arkadaşlarımı


Mercimek Köftesini


Annemin kısırını,pidesini


Hatta kabusum İCA'yı. İçinde çalışan herkesi. Belki birini daha bi özellikle.


Asuman'ı(bi solukta okunur) Meloşu İboyu


Kriton Curi'yi ve bütün menopozlu gönüllülerini.


Kadıköyü


heryeri, herşeyi..








:)




çok özleyeceğim.