14 Kasım 2009 Cumartesi

son gelişmeler

* İlk dersimden kaldım. Sınav geçemeyen %17'lik ezici çoğunluktan biriyim. Çok şahhane

Ama tek suçlu ben değilim.

Kendimi haklı çıkarmaya çalışmıyorum, evet belki biraz daha fazla çalışsaydım geçerdim ama nedense sınav kağıdına baktığım zaman bişey farkettim: Şunu şunu anlatın bu bu nedir? Şeklinde gelen tanım sorularından full puan almışım, öyle ki grafiklerine kadar çizip 2 sayfa anlatmışım. Ama gel gör ki, arkadaşım elimizde bunlar bunlar var sence bu bilgileri kullanarak nasıl bi deney yapabiliriz, sonucunda nelere ulaşmayı bekleriz şeklindeki beynin sağ sol lobunu beraber kullandığın sorulardan aldığım puan koca bir SIFIR. Hmmm....gerçekten ilginç. Tamam hayatımın hiçbir evresinde süper bir yorumcu olmadım, ama gel gör ki yorum yapmanın eğitimini almadığım için nasıl mantık yürüteceğimi bilmiyorum. Bunu ezberle gel, şu sayfanın sağ köşesini ezberle, şu pathwayi ezberle, formülü ezberle, ananı ezberle...Çok süper memory oynuyorum. Hani şu kartları çevirip eşlerini bulmaya çalıştığın oyun var ya...Kartlara bir kere bakmam yeterli. Bir daha unutmuyorum. Neden acaba? Ben söyliyim, 16 senelik eğitim hayatım boyunca ezberlemekten başka bişey öğrenmediğim için.
Ocak ayında Istanbul'a gitmeyi planlıyordum. Ama 7 Ocakta retae ke'e gireceğim için gidemiyorum. Çok üzüldüm buna, çok özledim annemi gülnuru ablamı çağatayı özlemi yeşimi sareyi herkeşi. Ama sonra duydum ki şimdi aldığım ders de 6 Ocakta devam edecekmiş, zaten gidemeyecekmişim.

* 3. ayımı dolduruyorum Uppsala'da. Sokaklar, caddeler, marketler, fiyatlar, insanlar tanıdık artık. Dün akşam markete giderken yerde terkedilmiş bi halde yatan bi pantolon bi tişört bi ayakkabı gördüm, bu ne lan böyle derken önüme baktığımda çırılçıplak bi çocukcağız gördüm cep telefonuyla çükünü kapatan. "haha" dedim geçtim.

* 3.ayımı dolduruyorum ama hala her defasında kendime hatırlatmam gerekiyor nerede olduğumu.Bazen hala Türkiye'deymişim de başka bi şehre gitmişim gibi hissediyorum. Hehe hayır, İsveçteyim.
Sadece öğrencilerin yaşadığı bi yerde kalıyorum
Her yere bisikletle gidiyorum
Kaldırımlarda bisikletin çıkması için alçaltı göremediğim zaman sinirleniyorum (yanlış anlamayın her yerde var o alçaltılar ama ben tam çıkmak istediğim zaman bulamadığım zaman sinirleniyorum, armut piş ağzıma düş hesabı)
Yaya geçidine yaklaştığımı gören arabalar 5 kilometre ötede durup benim geçmemi bekliyorlar hiç biri gaza basıp üstüme üstüme gelip "napıyosun amınaa godduğğğum" diye bağırmıyorlar
Bir karış etek giyiyorum kimse laf atmıyor salya akıtmıyor
Çöpleri ri saykıl ediyoruz kağıtlar bi yere kartonlar bi yere
Burda erkekler yemek yapmaktan bulaşık yıkamaktan utanmıyor herkes kendi işini kendi yapıyor.
Sevgilinle beraber yaşamak, onda kalmak aynı evi paylaşmak bir tabu değil

Şu insan ne nankör varlık arkadaş ya? Herşeye alışıyorsun, herşeyden sıkılıyorsun.. UNUTUYORSUN!. Aylarca yıllarca bu rüyayı yaşamak için ne kadar dua ettiğini UNUTUYORSUN. Bundan önce neler çektiğini, nerde yaşadığını, ne işle meşgul olduğunu, kimlerle muhattap olduğunu UNUTUYORSUN. Bu konuyu da nereye bağlayacağımı unuttum. Ama şükretmeyi unutmuyorum, neye kime şükrediyorum? Bilmiyorum. Ama şükrediyorum.

* Tamam anladık İsveç çok güzel. Peki ne eksik?

Annem, ablam, Gülnur, Çağatay, Ananem-Dedem, Nezmi, Sare, Özlem, Yeşim.

Annemin pidesi

Sosyete mantısı

Yufkayla yapılan herşey. Ispanaklı börek offşsh

Çay demleme hadisesi

Kebap
Burda kebap diye bişey var ama zavallıcıklara bol baharatlı döner kakalıyorlar kebap diye asdhasşjaşfa.

Ucuz restoranlar, kafeler.
En sikindiriğinden bi yemeğe bile 20 lira ödüyosun en az.

Evet evet sadece bunlar eksik. Ne havası ne suyu ne toprağı, hiç bi yerini özlemedim lan İstanbul!

6 Kasım 2009 Cuma

Kardeşim gibi yatak yapamıyorum...

Bugün misafirimiz geldi. Daha doğrusu benim değil Kristoffer'ın misafiri geldi. Kıza benim yatağımı yaptım, tabi ona yapmak denirse, defalarca ve deefalarca ve defalarca aklıma kardeşim geldi, ağlamaklı oldum. İnsan yatak yaparken ağlamaklı olur mu? Ben olurum. Kardeşimin her defasında onca yorgunluğuna rağmen bana nasıl yatak yaptığını hatırladım hep... Mükemmel...jilet gibi bi çarşaf,mükemmel yerleşmiş bi battaniye, süpeeer kabarmış bi yastık..Hani tatile matile otele gidersiniz de o turizm otelcilik mezunu çocukların yaptıkları yataklarda yatarsınız ya..öyle işte. ve her defasında bunu yaparken deliler gibi yorgun/sarhoş ya da ikisi birden olduğunu düşünüyorum da... Ulan ne kadınsın be.
Çok özledim seni be kardeşim...Oralardayken sen hariç çok mutsuz olduğumu farkediyorum şimdi. Ama seninle geçirdiğim zamanlarda hep çok eğlendiğim hep çok mutlu olduğum için ve zamanımın yüzde ÇOĞUNU seninle geçirdiğim için hiç mutsuz değildim. Ama tabi resmin tamamına bakarsan, İCA home&garden'da çalışan ezik tezgahtar olarak yani, tabiki mutsuzluk ana öğün olur. Seninle geçirdiğim her saniye her dakika her saat, hiç bişey yapmasak bile çok özel ve süper kuul hatıralarla dolu benim için. İşten çıkıp senin ofisine yürürken içimdeki sıkıntının yerini alan mutluluk ve heyecan duygusu geliyor aklıma, ya da sizin bahçede kedi kovalarken, evde rejisör koltuklarına oturup televizyona 12 santim mesafeyle seks en dı siti izlerken, eski akvaryumunda kahvaltı edip dedikodu yaparken, nasıl sigarayı bırakacağımız konusunda saatlerce kafa yorarken, arka bahçende boncuk dizerken, caddebostanda içerken, saatlerce hiçbişeyden konuşurken, beraber yemek yaparken, saatlerce holivud magazini konuşurken...ne biliyim böyle şeyler. Ne burda, ne orda, ne de başka bi yerde hiç kimseyle bu kadar yoğun bi şekilde paylaşamayacağım şeyler işte. Hepsi sana özel, hepsi bi tek seninle güzel. Seni çok özledim kardeşim... seni çok seviyorum.


Doğum günün kutlu olsun. Hep yanımda ol, çünkü bizim için gerçek uzaklıklar çok göreceli. Sen hep benim yanımdasın, her adımımda.

Seni en çok ben seviyorum...seni çok seviyorum.


Kardeşin.

20 Ağustos 2009 Perşembe

İlk izlenimler,kısa kısa...

Bu satırları yerde yazıyorum, basit bir şiltenin üstünde. İki gündür toplam 3 öğün yemek ya yedim ya yemedim.Ama hiç umrumda değil. En muazzam kuştüyü yataklarda yatırılıyor her akşam beluga havyarı yiyor gibiyim. Evet İsveç soğuk, hem de baya soğuk. İlk geldiğimiz gün (Ağustos 18) 9 derece sıcaklık ve sağanak yağmur kucakladı bizi. Zaten ağır olan bavullarımın bi de kalacağım yer olan Flogsta'ya gelmesine 200 metre kala çekçeğinin elimde kalmasıyla tutulan bütün kaslarım taş gibi şu an. Saçımı bile toplayamıyorum. Geleli sadece 2 gün oldu. Muazzam para harcadık. Ama bunlar başlangıç olduğu için harcanması zorunlu olunan paralar. Lükse kaçtığımız tek şey bugün sabah kahvaltısı niyetine yediğimiz Big Mac menü :)


Kendimi uzaylı gibi hissediyorum. Markette bozuk paraları aldığın yer, Mc Donaldsta sos aldığın yer, Otobüste kartı basma stilin, Yaya geçidinden geçerken yapman gerekenler en basit kurallar bile farklı.Allahtan yalnız değilim işte o zaman tam uzaylı olurdum. Tuğhan bana bir çok konuda yardımcı oluyor. Aslında sadece yanımda olması bile yetiyor. Çünkü dönüp de “şunu şöyle mi yapsak dersin?” diye sorabileceğin birinin olması ve bunu Türkçe yapabiliyor olman çok önemli.

Yemek yemiyoruz, çünkü kültür şokuyla besleniyoruz. Bir işi yapmadan önce en az 3-4 dakika durup insanların ne yaptıklarını inceliyoruz ondan sonra aksiyona geçiyoruz.

Elisabeth, bu hafta tanıştığımız bir melek. Ayrıca da International Buddy Programme tarafından bana atanan Buddy. Tuğhan da başvurmuş ama 3 kurada da ona Buddy atanmamış, bu kadar şanslı olduğumu bilmiyordum.

Odam mobilyasız ama bir gömme dolabım bir çalışma masam ve 3 tane de rafım var. Ayrıca ziyadesiyle büyük. Bugün IKEA'dan yatağımı ve ıvır zıvırlarımı aldık, yarın da geliyor kerata. Eğer Elisabeth olmasaydı yarına kadar ya çalışma masasının üstünde ya da buz gibi yerde basit bir şilteyle yatıyor olacaktım. Ama meleğimiz sayesinde o basit şiltenin üstünde bir yastık ve 2 battaniye var. (onlara rağmen gece dişlerim takırdayarak uyandım!!!)

Sabah Tuğhan'la beraber Elisabeth'siz şehir merkezi turu yaptık. Flogsta'dan çıkıp şehir merkezine giden otobüse bindik. Asıl amacımız kullanılmış ama iyi durumda olan bisikletlerden bulmaktı, burda bisiklet şart çünkü. En dandik, en paslı, en çürük bisiklet bile 1500 kron dan başlıyor (Yaklaşık 300 tl) Sıfırlar ise facia! Soluk renkli sümüklü görünümlü sıfır bisiklet 3000den başlıyor, en cicileri ise 6000 kron! Yıkılmış hayallerle, Saat 1de elisabetle Flogstada buluşup tekrar şehir merkezine oradan da Ikea'ya gittik. Yatak çok ucuza buldum hem de bayaaa bi rahattı. Gel gör ki çok fazla taşıma ücreti istiyorlar . Ama yapacak hiçbirşey yok, o yatağı sırtlanıp oraya götüremezsin, götürmeye kalksan bile otobüse binemezsin onunla. Çaresiz 100 küsür törkiş lirayı bayılıp bir de transportation fee ödedik. Ikea'dan çıkıp şehir merkezine giden otobüse bindik, amaç tekrar kullanılmış ya da sıfır bisikletlere bakmak. Yolumuzun üstündeki hipermarkette gördüğümüz bisikletilanı üzerine hemen dura basp oraya yollandık ve tamı tamına 1600 krona sıfır ve mükemmel görünümlü bisikletlerimizi aldık. Yarın da onları almaya gidiciiiz. Eh dönüşte onların üstünde gelmemiz gerektiği düşünülürse baya yorucu bi program olacak gibime geliyor. Pek yakın bir yol olduğunu zannetmiyorum.

25 metre aşağımda bi İCA var. Ama bizimkinin aksine bu baya bi hesaplı :) 2 gündür bütün alışverişleri oradan yapıyoruz.
Euro Shopper adlı marka Türkiyedeki BİM marka ürünler gibi. Mantıksızca ucuz!! Umarım ebemin homini sonra görmem 2. bi burunla falan :)
Ucuza pizza aldık 3lü. Dün 2sini mikrodalga yaptık. (Kendime not: Bir daha ASLA pizzayı mikrodalgada pişirmeye kalkma!!1) Mikrodalga faciasının peşinden ocakların altındaki fırınları keşfettik. Bugünkünü fırında yaptık, randıman mükemmel!
Şimdilik aklıma gelenler bunlar, yeni notlarla geri döneceğim!!!

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Son:3

Şu kısa hayatımın en büyük ikilemini yaşıyorum sanırım.

Bir tarafta yıllardır hayalini kurduğum herşey beni beklerken, diğer tarafta bırakacaklarımın beni şimdiden saran özlemi son günlerdeki içsel tartışmalarımın gündem maddesi.

Evet kabul ediyorum, buradan baktığım zaman toz pembe bulutlarla kaplı bir hayal dünyasının içine düşüyormuşum gibi gözüküyor. Medeniyetin içine; saygılı, tahammüllü, kibar,birikimi yüksek, belki biraz soğuk ya da çekingen ama yine de insan gibi insanların içerisine gidiyorum. Zaten buradaki müthiş sıcakkanlılıktan ne fayda gördüm ki? Yardıma ya da desteğe muhtaç olduğun zaman uzatılan o "misafirperver ve sıcakkanlı" eller -gencinden yaşlısına- genelde "Dur lan, belki verir" mantığıyla uzandığı için bir süre soğukkanlı insanlarla takılmaya razıyım sanırım. En son 80 yaşında süper zengin ve über kültürlü bir amcayla, gerizekalı boş kafa kro bir dövmecinin ortak noktası "sıcakkanlı" olarak addedildiğim için onlar tarafından tacize uğramam mesela. Böyle iki farklı kültürü bir potada eritebildiğim için kendimle gurur duyuyorum ayrıca. 3yıl yanında çalıştığım ülkenin en elit en kültürlü en sıcak profesörlerinden birinin de gözleri parlaya parlaya bana Swiss Otel'de bir gece teklif ettiğini de unutmamalı... (Çatla şehrazat!)

Özetle, oraya gidip orada çekeceğim bütün sıkıntıları biliyorum... Mercimek köftesiz, kısırsız, salçasız, lahmacunsuz hele hele doğru dürüst yoğurtsuz yaşamak hiç kolay olmayacak biliyorum ama denemeliyim. Ha biraz da parasızlık, memleket hasreti, yabancılık falan çekerim belki ama salçasızlıkla karşılaştırılamaz bile o!

Annemin her akşam Gülnurda kalıyorum diye yaptığı triplere dayanamayıp gecenin 3ünde eve dönmeyi


Gülçinin sabah öğle akşam yemeklerimi paketleyip elime verip "Hadiiyiişleriyigünlerdikkatligitarabalaradikkatetkendineiyibak!" şeklindeki sinir olduğum paket dua'sını


Gülnurun sürekli yanımda olmasını, park ve bahçeler müdürlüğünün bize tahsis ettiği her bölgede bilimum piknik yapmamızı, hatta aptal kedisini, ona dair herşeyini



Çağatay'ın sus beeğa sini


Caddebostanı


Artık çok sıkıldığım Beyoğlunu


Nezmiyi


Kermiti


Tanışır tanışmaz garip bi şekilde kendime çok yakın hissettiğim Kaan'ı. (Adama tanışır tanışmaz at dedim ya asdhaşshjasfg)


Şizofrenik sevgilim Fahri S. Korutürkü


Efes'i. (bence efes mutluluktur, mutluluk kapağın altındadır :))


Beraber yaşadığımız 8 yılın 5 senesinde ağzıma sıçan ama anca şimdilerde öz torunu muamelesini alabildiğim ilginç kadını, ananemi.
Türkiyenin en büyük usta başısını, Demirdöküm'ün atom karıncası Dedemi ve onun bitmek tükenmek bilmeyen Fransa-Almanya hhattı hikayelerini.


Vefasızlıklarından sıkıldığım hatta artık sevmediğim bütün arkadaşlarımı


Mercimek Köftesini


Annemin kısırını,pidesini


Hatta kabusum İCA'yı. İçinde çalışan herkesi. Belki birini daha bi özellikle.


Asuman'ı(bi solukta okunur) Meloşu İboyu


Kriton Curi'yi ve bütün menopozlu gönüllülerini.


Kadıköyü


heryeri, herşeyi..








:)




çok özleyeceğim.

21 Temmuz 2009 Salı

Deep Purple Çengimiz Oldu!

Deep Purple'a denizden yanaşmaca yaptık dün gece.


Metin'in çalıştığı yerden ayarladığı tekneyle açıldık ufaktan. Metin-Talya çifti,bi çift daha(baran ile bişeydi.), iki-üç arkadaşı, Çağdaşla sevgilisi, Cemil enteli bi de Nezmi ile ben vardık.

Muhteşemdi...

Bi kere ben o kadar yanaşabileceğimizi tahmin etmemiştim, sadece çığlıkları duyar, uyuz oluruz sanmıştım..Ian'ın gölgesine kadar gördüm :) Sahneyi de bildiğin denize çevirmişlerdi yani, deep purple bizim için çaldı biz orada takılıp muhabbet ederken. (bkz. Deep Purple eve de bekleriz abi.)

Ama, ben biraz zekasız olduğum için bi kaç ufak tefek aksaklığım olmadı değil.


Geceden Küçük Büyük notlar/uyarılar :

** Vakit kaybetmeden Deep Purple'ı canlı izleyin. Adamların enerjisini deniz aşırı olsak bile hissettik. Ancak bitmek üzere olan tüpü sallarsın da ocak şööyle bi yanar ya, sanki öyle. Detone olmalar falan... Olmuyor yani. Gidin vakit kaybetmeden izleyin.

** Sahnede bi ara "yeni klavye aldık, bak bi de bu efekti var" şeklinde bir eğleniyorlarmış havası sezdik, oradan doğru. bi de beethovendan girip üsküdara gideriken aldı da bir yağmur'dan çıkmaları da ayrı bi eğlenceliydi, vay anasını diyip sevindirik olduk.

** Her şarkı bitiminde "yuar emeyzing!teenk yu!yu are rriili emeyzing!" diyip ödleri kopartıp ha bitti ha bitecek imajı çizdiler. Kah hop oturup hop kalktık, kah da "Atma ian din kardeşiyiz, amma yalakalık yaptın ha." dedik

** Tekneyle açılacaksanız ELBİSE GİYMEYİN.!

trend setter olmanın sırası değil, en rahat kıyafetinizi giyin.


** Tekneyle açılacaksanız, ÜSTÜNÜZE MUTLAKA BİŞEY ALIN!

Hakkaten salağım ya. Bir böbrek bıraktım yani tekne yolculuğu yapacam diye.. Rüzgarda akciğerimin tekini de düşürdüm galiba... Bir bademciğim de çürüdü. valla yani..üstünüze bişey alın.


** Soda bira kadar etkili olmasa da gazlı mazlı ya, idare ettiriyor.

Benim gibi az içmeye çalışan sağlığına dikkat eden bünyelerdenseniz, güzel bir öneridir bu.
Bütün millet şaraptı biraydı içerken ben sade soda içemedim tabi. Ama en azından minimalize ettik bira tüketimini, elimizi oyaladık.


** Kabataş motor iskelesinin yanında bir köfteci abla var, kızlarıyla beraber yapıyorlar servisi. Motoru bozarız korkusuyla çeyrek ekmek yedim, tadı damağımda kaldı. Arkadaş o neydi yahu! Giderseniz kaçırmayın, yarım ekmek yiyin. Hatta iki yarım yiyin.

** Kuruyemişinizi,içeceğinizi gitmeden alın çevrede bi bok yok.


** Kuruçeşme Arena'ya yanaştığımızda bir sürü "godoş" teknesi gördük. Hatta bi tanesi öyle abartmış ki yatın altına NEON taktırmış. Yuh be arkadaşım. Şahinin altına mavi neon taktırangillerden bu da. Şahinliler "para"lanınca, yatın altına taktırır olmuşlar neonu asdaşsjfiajfalidsjkşlghş

** Biz smoooğğkk on dı vvoooottğğğrrr diye anırırken bu godoşlar viski çukulata yapıp göbek kaşıyorlardı. Lan madem öyle ne geldiniz?? En azından bi el çırpın!! Görüntüyü kapama bari!! sktier! eşşolusu!.


** Tekne kiralayıp gezmek, tanıdık tekne olunca o kadar da pahalı değilmiş, bütün gece "lan bi de bunun amaçsıznı yapalım." "lan bi de bunun rakı-balıklısını yapalım." "lan bunu bi daha yapalım" "yapalım da nasıl yaparsak yapalım" en popüler cümlelerdi. Yapın siz de.

** Kozyatağı'na yerleşin.. Gecenin kaçı olursa olsun, nerede olursanız olun direk araba var abi buraya. Taksimden var mecidiyeköyden var, kadıköyden, üsküdardan var, bostancıdan var. Her yerden araba var buraya. hatta ben bi keresinde harbiyedeki anathema konseri çıkışı eve zor giderim diye bakırköyde kalmaya karar vermiş, kapıdan dışarı adım atar atmaz "Haydiiee kozyatağı kozyatağı" diyen bi minibüsle dumura uğramış sonra da ironik bi biçimde bakırköye saatler sonra ulaşmıştım. Yani ne demiştik? Kozyatağına yerleşin.


** Çok güzeldi. İstanbul'dan ayrılmadan yapabileceğim en güzel şeylerden biriydi. Vay anasını..hakkaten güzeldi.Çok teşekkür ediyorum Metinciğime..



fotoğraflar bana geldiğinde, ben de buraya asıcam.şimdilik şen kalın esen kalın.

19 Temmuz 2009 Pazar

:)

Seni Seviyorum kardeşim!




Şehrazat
İstanbul,2009

14 Temmuz 2009 Salı

çok felsefiğim!

Egolarından sıyrıldıkça insan, yavaş yavaş farkediyor ki aslında hayat çok basit.


Ye, iç, seviş, kafana takma...

Nedir bizim bu herşeyi eleyip dokuma takıntımız, her lafın her eylemin altında anlam arama saplantımız, herşeyi mükemmeleştirme çalışmaları falan? Basit düşünmek lazım basit. Bugün varsın 30 saniye sonra yoksun belki. İlla öyle tır çarptı helikopter düştü uzaylılar istila etti'ye de gerek yok ruh teslimi için, kiraz çekirdeği ekmek kırıntısı dengesiz konmuş bir saksı bile yeter "bokyolu karayolu"na çıkmak için.


Basit düşünün basit. Hayat dediğin üç günmüş, dün zaten geçmiş yarın şüpheliymiş elinde ne kalırmış? Bugün.

Aldınız siz mesajı.

31 Mayıs 2009 Pazar

Sernanders vag hö?

Yurt başvurum tamamlandı, program koordinatörümüzün (ne derler hmm God Bless Him! melek gibi adam valla) ayarladığı yurtta kalıcam. Flogsta diye bir yer, tamamen duyduklarıma göre üniversitenin büyük çoğunluğu bu Flogsta denen yerde kalıyormuş onun için sabah okulda gördüğünü akşam da yurtta görüyormuşsun. Sosyalleşmek için pek ideal. Her koridorda 12 oda var, mutfağı ve oturma odasını ortak kullandığın için aslında bi nevi 12 tane ev arkadaşın var gibi. En güzel yanı odalarda duş ve tuvaletin olması, kimseyle tuvaletim ortak olsun istemezdim zaten, ağa poku üstüne pok olur mu lo??
Az önce kira kontratımı imzaladım. Yarın ya da öbürsü gün kardeşimin multi teknolojik scanner'ını kullanarak onlara geri yollayacağım. Böylece bir yükü daha üstümüzden atmış olacağız.

Merak edenler ve fikir sahibi olmak isteyenler için:






Sernanders vag: 8-216 kod adlı gizli bir oluşumun üyesiyim artık!.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Evrim Sempozyumu ve Ev partisi :)

Haftasonum şah-hane geçti! Aylardır düzenlenmesini beklediğim 2.Evrim ve Bilim Sempozyumu için yalvar yakar izin aldım, çünkü siz normal insanların aksine biz köleler haftanın 6 günü (ben üst düzey köle olduğum için 7 günü) çalışmaktayız sabah 9 akşam 8 mesaisi ile bir nevi burda yaşıyoruz da denebilir aslında.. Her neyse herkesleri sabah 8.30 da gelmeleri için örgütledikten sonra her zamanki gibi orda olmam gereken saatte uyanınca, paldır küldür evden attım kendimi. Boş zamanlarında GPRS sistemi olarak çalışan ablam da son anda gelmeye karar verdiğinde artık arabayla gitmemiz için önümüzde hiçbir engel kalmamıştı. Benzinimizi doldurup Etiler cenahlarına doğru yola çıktığımızda saat neredeyse 9u geçmişti, ancak Ayça'nın müthiş şöförlüğü ve trafiğin bizden yana olmasıyla 9.30 da (iki kere de kaybolmamıza rağmen) Boğaziçi'nin uçaksavar kampüsüne vardık. 2004ten beri ehliyetim var, 1 küsür senedir de fiilen araba kullanıyorum ama daha karşıya geçmeyi düşünmemiştim bile..Ondan benim için ayrı bir tecrübeydi karşıya geçmek, "geçiyoruuuum karşıya geçiyorrrruuuum" diye çığlık ata ata köprüyü aştık, arkadaşlarımızın yanına vardık. Şöyle de bir konuşma geçti yazmadan edemiyecem

8. yol tarifinden sonra pes edip "random" bir şekilde bulduğum ilk sağdan kaptırıp Etiler'in arka sokaklarında Uçaksavar kampüsünü ararken Gülçin bir anda

G- Ayça burdan sağa dön

A- Neden lan? Düz gidin dedilerdi ya.

G- Ya içime öyle doğdu.

A- İçine sıçarım senin! ya yanlış çıkarsa? tekrar mı dön...aaa geldik lan!



Sonrası malum, seminer işte. Dinle, ara ver, dinle, arada çişe git, kahve iç, öğle tatilinde yemek yiyecek yer ararken güneşin altında heder ol, biraz keyif yapalım diye bir oturumu atla, gelmeyen arkadaşları - uyuyakalanları dürt, yol tarif et, biraz daha keyif, biraz daha seminer derkeeen gün bitti. Herkes evine gitmeyi düşünürken "arabalı insan" olarak herkesi bize gelmesi için ikna ettim. Özlem hariç, kızcağızın ablası evleniyordu ona rağmen akşama kadar kaldı bizim için dahasını isteyemezdik tabi.



Efendim benim küçük toramana Gökhan Özlem Nezmi Sare Gülçin ve ben doluştuk, yolda kardeşim Gülnurla kocası Çağatayı da arayıp bize çağırdık. Erkekler alışverişi yapıp bahçede keyif yaparaken kızlar da evde hummalı bir şekilde açları doyurmak için yemek hazırladı. 2 paket kıymalı makarna, salata, acur bucur çekirdek kedi köpek ve birsürü fincan çaydan sonra geceyi Gülnurlarda noktaladık. Sabahı mı desem yoksa... Sohbet muhabbet gül oyna derken çok eğlenceli bir geceydi yahu. Bakınız geceden bir kaç kare:








Akşamdan kalma bünye, tabi ertesi günü seminer meminer göremedi. Ama o kadar şahane bir kahvaltı ziyafeti çekti ki günün geri kalanında yemek yemeyi unuttu. o kadar yani... Ne ararsan var:
Pazar kahvaltılarının vazgeçilmezi: Menemen!
Şımarık çocukların Pazar kahvaltısı: Sosis!
Sağlıklı insan Pazar kahvaltısı: Domates-Peynir-Salatalık
Egeli insan Pazar kahvaltısı: Kekikli Zeytinyağı!

Sohbet muhabbet her zamanki gibi çok maksimumdu (maksimum değil, çok maksimum. dikkat çekerim) guitar hero ve lacoste'un yeni adver-game'inin turnuvalarından sonra (hepsinde Nezmi'ye yenilerek) bir evde playstation olmasının ne kadar tehlikeli olacağını kendimize mütemadiyen hatırlatarak kaçtık o evden.İvediyetle...Yalnız paraya kıyıp o guitar hero adlı şeytan malzemesinin enstrümanlarını alıp, aynı tayfayı bir eve kapama planım var. Çok "evil" bir band kurarız gibime gelmekte.


Geceyi de Süreyya Operasındaki Ayla Erduman ve Ayşegül Sarıca'nın müthiş konseriyle bitirerek entelektüelitenin de dibine vurdum hani.




Malum yakında yolcuyum, ondan dolayı her arkadaş toplantısı, her güzel anı, her kahkaha "aklıma kazımam gereken güzel hatıralar" dosyasına save ediliyor şu günlerde. Gitmeden bunlardan bir sürü cigabaytlık daha save etmek istiyorum.. Burayı hakikaten çok özleyeceğim.

3 Mayıs 2009 Pazar

Bu yola nasıl çıktım ben be?

Yıllar önce ağzımın suları aka aka yurtdışındaki üniversite öğrencilerini izlerken başladı bu macera.
Biz burada sümüklü kantinimizde kıçı kırık 2 çay içip bir karışık tosta tabi olurken insanlar ders arası kulaç kulaç yüzüyor; yine biz, burada iki kampüs arası otobüs altında kalmadan derse yetişebilmek için tecavüz riski maksimumdayken akşamın köründe işportacı/derici/kalaycı/zemzem sucu arasından atlaya zıplaya , derse ulaşmaya çalışırken elemanlar çimlere yayılmış "frizbi"leşiyor. Her daim suluköfte kokan yemekhanemizden çıkan yemekler için 47 dakika sıra beklerken adamlar bugün hangisinde yesek diye cafelerden cafe beğeniyorlar.! Adalet mi lan bu?

Ha işin eğitim kalitesi yönünden, seni nasıl araştırmalarında özgür bıraktıklarından, ya da dersleri "fikir alışverişinde bulunan arkadaşlar" modunda işlediklerinden bahsetmeye hiç gerek yok, onlardan bol bol motivation letter kısmında bahsettim. Ben gerçeklerden bahsediyorum şu an. Iskaladığımızı düşündüğüm bir hayat tecrübesinden..



Benim çevremdeki insanların büyük bir çoğunluğu İstanbul'da oturuyor, üniversiteyi de İstanbulda kazandı, anasının babasının evinden kalkıp hergün okula gidiyor, derse giriyor veya girmiyor ama akşam yine tıpış tıpış evine dönüyor. Lise gibi yani! Kampüs hayatı, öğrenci evleri, tavan yapmış sosyal aktiviteler falan hikaye yani. Yahu benim Sims 2 de yarattığım karakterlerin çocukları bile -ki Eleganda!dan ala da birşey söylediklerini duymuş değilim daha- en şahhane burslarla en şahhane üniversitelerde eeenn şahhane kampüs hayatını yaşadılar!!



Bense Süleymaniye Camii - Vezneciler arasında 4647950 yıllık, sıvaları dökülmüş, iki bina arasında mekik dokuyarak, bütün öğleden sonrayı kantinde çay+sigara yaparak sosyal aktiviteye girdiğimi sanıp, akşamları da Taksime uğrayıp metalci barlarında iki bira yuvarlayıp eve tıpıştıpışlamayı üniversite okumaktan sayıyorum.



Vizelerden finallerden hiç bahsetmiyorum bile! 2 adet x,y değeri verilmiş çok bilinenli bir değer silsilesinden grafik çizmeyi beceremeyen karılar, vizede - finalde aaa aalı ala ulalı amburleyli ap up taktiğiyle su gibi ezberleyip AA larla geçerken, "ulan bunun mantığı ne? bu burdan buraya nasıl ulaşır, bi de amuda kalkıp bakayım, o halde bunun burdaki konumunu şöyle açıklayabilir miyiz ?" diye düşünüp mantık yürütmeye çalışan bizler " Hücre ......... ..........'dır. " gibi insanı paradoksa sürükleyen, kafayı yedirten, bütün kitabı mı anlatayım ulan Allahsız?! diye saç baş yedirten suallerle avcumuzu yalıyörüz.
(Oysa ki yukarıda profillendirilen ablalar ve abiler bu sorunun kitabın 53. sayfasının sağ alt köşesinde yazdığını bilirler.)



Neyse efendim, bütün bunlara dayanarak, yüksek lisansı Türkiyede yapmamaya karar verdim. Ülke ülke gezip, üniversite beğendikten sonra (internette tabi) İsveç'te karar kıldım. Ama belgelerin deadline'a kadar yetişmesi için ışık hızında çalışmam gerekiyordu ve pek de umudum olduğu söylenemezdi. TOEFL sınavının yetişmesi için 1 hafta içinde sınavı almam lazımdı, ama Ankara'da bile TOEFL sınavına yer kalmamıştı.. 5 günlük saç döken yer arama çalışmalarım sonunda ODTÜ'de iptal edilen bir yere yapıştım, komik ve bol uykusuz bir yolculuktan sonra bir de sınavın Listening kısmında uyuyakalarak İsveç hayallerimi suya düşürdüğüm kanaatindeydim ki, mucizevi bir şekilde, uyurken daha başarılı olduğumu farkettim ve iyi bir sonuçla TOEFLı hallettim. Çevirmenle sıkı fıkı ilişkiler ve yüzlerce türk lirasından sonra, sıra niyet mektubunda!! Onu da deadline'dan bir önceki gün ellerinde olacak şekilde son güne bırakarak bir oturuşta yazdıktan sonra, belgeleri teslim edip arkasından 3 kulhuvallahi bir elham okudum üfledim.

Cevabın gelmesi için tam 3 koca ay bekledim. Her gün 55 kere studera.nu adlı sayfadaki hesabımdan bir değişiklik var mı diye kontrol etmekle geçen 3 koca ay!
Cevap önce Stokholm Üniversitesinden geldi. HAYIR. seni beğenmedik, kredilerin yetersiz.. Yıkıl karşımdan! Yıkıldım tabi. İçimde 3 ay boyunca "yok ya olmaz bence, şu zamana kadar her işim ters gitti, bu neden olsun ki?" diye diye büyüttüğüm negatif yaratığın yanında çaktırmadan beslediğim bir umut fidanı varmış, büyümüş atatürk orman çiftliği olmuş, haberim yokmuş. Çok üzüldüm çok ağladım ama, olsun dedim; üstesinden gelinir, burada da bişeyler yaparım. Ama içimde ukte kalacağı çok açıktı. İlk tercihim Uppsala Üniversitesi kıyamamış bana, beğenmiş sevmiş beni. "Gel" dedi şefkatle, "gel". Açtı kucağını. Koşuyorum ben de şimdi ona doğru. 4 nala.. Daha farkında değilim gerçeğin, şimdilik sadece yeni alınmış bir oyuncağın paket kağıdını açarkenki heves var içimde. Gerisinin ne olacağını, orada beni nelerin beklediğini, buradaki hayatımı, sevdiklerimi, arkadaşlarımı rutinlerimi 24 senedir sürekli bulunduğum şehri yani en kısa haliyle hayatımı napacağım? Onları özlemeden nasıl duracağım? O özlemin üstesinden nasıl geleceğim? Beni unuttular mı unutacaklar mı paranoyasını napacağım? Bütün cevapları bu blogda görücem gün gün. Haydi hayırlısı, kesiyorum kurdeleyi...