23 Ağustos 2010 Pazartesi

Bloodia'nın travmatik anıları

Şimdi ilkokuldayım tamam mı? Biz böyle süper iyi kanka 3 kızız. Aramızdan su sızmıyor falan. Sonra yeni bir kız geliyor sınıfa. Yeni ya, hemen ilgi odağı, bir boku da yok aslında, böyle 7leri falan farklı yapıyor birşeyler. Bi bakıyorum bizim kızlar hababam bununla takılıyorlar beni çağırmıyorlar, nooldu diyorum? Cevap alamıyorum. Böyle bir eziklik bi boğazımda gitmek tükenmek bilmeyen bir düğüm. Kalıveriyorum göt gibi. Başkalarıyla arkadaşlık kurmaya çalışıyorum koskocaman 4 sene sonra. Oysa ki hiç ihtiyacım olmamıştı böyle bişeye, okula geldiğim ilk gün bulmuştum en iyi arkadaşımı. Dile kolay koskoca 4 sene!!!! Çok yaşlı hissediyorum kendimi yeni bir ortama alıştırmak için. Mahvoldum ben...derken,

Ortaokulu liseyi okuyacağım anadolu lisesine geçiyorum sonra. Burası level 3. Şimdi burada 7 sene geçirecen hemen işi sağlama alıp bulman lazım en iyi arkadaşlarını. Neyse ben de vakit kaybetmiyorum hemen 3 kız buluyorum. Böyle süper arkadaşlarız. Amaan aramızdan su sızmıyor. Sohbet muhabbet, ses kayıtları, okuldan sonra birbirine gitmeler falan (öyle deme o yaşlarda çok ekstrem İstanbul'un bir yerinden kalkıp bir yerine gitmeler, hele benim gibi öküzünoğlu öküz bir babanız varsa, altında arabası da olsa kıçını kaldırıp gelmez, elalemin babası seni eve bırakır "Şeyy size de zahmet oldu amca ama babamın toplantısı vardı işte gelemedi" falan diye yalanlar falan) neyse ne diyordum, ha böyle kitap yapmalar birbirine işten ayın 12'sinde beraber şuraya gittik ay çok seviyorum ben bu kızı *buraya resim gelecek* şeklinde vıcıklıklar. Sonra bir gün okula gidersin, arkadaşların süper soğuk. Noluyör be falan dersin ama belki regl falan oluyorlardır ses çıkarmazsın. Ders boştur kantine iner, sohbet edersin. Birden bu yellozlardan biri der ki, "hadi birbirimizi eleştirelim!." Bak bak bak öneriye bak, Bob Garfield sanki yarrağım. Ama, Aa dersin tamam, ben ne söyleyeceğimi biliyorum "Sen biraz ağlaksın" "Sen biraz güvensizsin" "Sen de biraz salaksın" ama ben bunları söyleyemeden, bunlar birbirlerine "ayy canııım sen şöyle tatlısın sen böyle şahanesin" diye al gülüm ver gülüm yapıyorlar. Baktım kimse beni konuşturmuyor. Sonra işte bunlar kör topal birbirlerini ağırladıktan sonra sıra benim hakkımda konuşmalarına geldi. Bunlar bir toplantıya girmiş CEO edalarında, öhöm sen başla istersen, yok sen başla, evet o başlasın falan. Lan noluyor? dememe kalmadı artık benim ağzımdan girdiler burnumdan çıktılar. İşte ben çok konuşuyormuşum, çok heyecanlıymışım da ne bileyim müzik hocasının götünden ayrılmıyormuşum da "Ya o, ya biz" dediler. Dedim ne kadar salaksınız? Ayol o hoca. Ben de şarkı söylemek istiyorum, flüt çalmak istiyorum ben de gidiyor konuşuyorum ne var yani? Yok olmazmış da bişeyler, hatırlayamıyorum bilinç altım silmiş söylediklerini. Tek hatırladığım o loş, dandik kantinin daha sıvası anca tamamlanmış duvarlarının üstüme üstüme geldiği, yine o boğazımdaki kocaman düğüm. O duvarların çatlaklarından birine saklanıp herkes gidene kadar orada kalma isteği. Bir de hala takip ediyorum bunları, yemeğe falan gidecez ondan sonra. Yemekhanedeyiz. Bunlar benim de birşey söyleyememin gazıyla "Bilmemne(buraya isim gelecek), yemekten sonra da devam edicez değil mi?" şeklinde cümlelerle benim psikolojimin ağzına sıçarlarken, ağzımdan çıkan miyavlamayla karışık "Ben artık istemiyorum dinlemek." diyip kaşıkları çatalları bırakıp yemekhaneden kaçtım, sınıfa gidip içime içime ağladım. Bunlar da teneffüs sonu bana gelip "Sen bizlen konuşmak istemiyorsan biz seninle konuşmak HİÇ istemiyoruz ttaaam mı?" diyerek bundan sonraki bütün senemi rezil edişleri, benimle acımasızca alay edişleri, beni yalnız bırakışları travmatik ikinci terk edilişim. İşin komiği ilkokuldakilerle de bu ortaokul travmamlarımla da barıştım sonra. Bana gelip ne kadar çocukça davrandıklarını söyleyip, özür diler gibi yaptılar. Enayi bünyeme yeterdi benim, hemen affettim.

O sıralarda bir kızla tanışıyorum bu beni terkeder gibi yapan o ilk ilkokul arkadaşımın orada oturuyor. İyi hoş kendi halinde sessiz sakin bi kız, bir de başka bir kızla tanışıyorum yırtığın teki. Pek seviyorum bu kızı başlıyorum bununla vakit geçirmeye. Aman ne kadar farklı ne kadar çılgın bi kız, annesi çalışıyor, kimse bulaşık yıkamıyor falan evde, tüm gün cips kola serbest, eve ayakkabılarını çıkarmadan giriyorsun falan. Benim de tam yeni metalcilik zamanlarım işte bununla oturup yatağında metallicalar, offspringler falan dinliyoruz. Amaaan ne şahaneyiz, sonra öğreniyorum ki bu kız o daha önce tanıştığım o sessiz sakin kızın eski en yakın arkadaşı. Kız arı gibi, bi arkadaş edinip diğerini satıyor. Ama tabi BEN ÇOK FARKLIYIM. Bana yapılır mı? Yapılmaz. Neyse sonunda başka, daha çılgın, otobüs durağında uyuyan falan punklar bulup beni satıyor bu kız da. Yine göt gibi kalıyorum.

Başka bir arkadaşım var, bizim siteden, kızı çok seviyorum. Kız da beni çok seviyor. Ama annesi manyağın teki. Bir de benim annem de çalışıyor falan ben daha özgürüm tabi bunlardan. Hep bize gelmek istiyor anası yollamıyor. Aynı bir önceki kız gibiyim ben onlar için. Neyse ben bu kızı arayıp arayıp bize çağırıyorum annesi "yok olmaz sonra gelir, ben söylerim aradığını diyor." Ama bu kız beni geri aramıyor. Ben de bigün sinirlenip açıyorum kıza saydırıyorum, meğersem buna annesi hiç söylememiş benim aradığımı. Neyse o sinirle kapıyorum suratına, daha da aramıyorum. Olan arkadaşlığa oluyor tabi.

Sonra lisede başka arkadaşlarım oluyor, aman çok samimiyiz falan. Hikaye hep aynı. Neyse bunlardan biriyle üniversiteye kadar çok iyi devam ediyorum. Diğer 3ü lisedeki sevgilimin ve arkadaşlarının alayına maruz kalıyorlar, şişko mişko diye, kaldıramıyorlar, kopuyoruz. Üniversitede bu kızla benim ilk okul arkadaşım aynı bölüme düşüyorlar 3lü takılıyoruz. Sonra bu çook önce tanıştığım sessiz sakin kız da katılıyor 4 oluyoruz. Amaan bir eğlenmeler, bir birbirini sevmeler falan. Ne şahane! Ben bu yeni ama eski kızla aramda ne kadar ortak nokta olduğunu keşfederken, ben köpekler gibi bir bunalıma giriyorum, bir süre yarı ölü modda kalıyorum, o sıra araya kara kediler giriyor, biz bu benim iki eski arkadaşımla tartışıyoruz, sadece ikimiz kalıyoruz. Orada bana en koyan nokta bu iki eski arkadaşın beni anlayamayıp o kadar kötü depresyonlarda hezeyanlardayken çekip gitmeleri. Ama neyse, onlardan sonra da hikaye devam ediyor bizim için. Heryere beraber gidiyor, herşeyi beraber yapıyoruz. Diyorum ki bu hikaye öbürlerinden farklı. Kardeşim demeye başlıyorum ben bu kıza. Ama nasıl seviyorum! "Canın lazım lan" dese çıkarıp verecem yani o derece. Ha bu da beni seviyor biliyorum. Birbirimiz için bir sürü fedakarlık yapıyoruz, hiç geri dönüp bakmadan. Birbirimizin omzunda ağlıyor yine aynı omuzda kahkalarımızı susturmaya çalışıyoruz. Aman tanrım yeşilçamdan fırlama aşk hikayesi gibi. Böyle seneler seneleri kovalıyor. Hatta ben bu eski kız arkadaşlarımla barışıyorum, o biraz eserekli böyle, yok diyo, barışmıyor. Ama tabi hiçbişey eskisi gibi olmuyor eski arkadaşlarınla, kopmuşsun bir kere. Neyse ben sevmem ama arada nefret olsun, kavga olsun, kuş gibi sebepler, unutmuşum gitmiş. Unuturum ben çabuk unuturum, boğaz boğaza kavga edeyim ertesi sefer gördüğümde hemen yaşadığımız eski hatıralar, yapılan iyilikler falan gelir gözümün önüne. Hemen unuturum. Öyle de salağım işte. Neyse seneler seneleri kovalıyordu dimi? Ha evet. Biz artık ilişkide peak yapmışız. Bunun ailesi yazları yazlığa giderdi, ben soluğu bunda alırdım. Bütün yaz beraber kalırdık. Ben işe-okula giderken, bu evde yemek yapar beni bekler, bu işe giderken ben evde yemek yapar çamaşır falan katlar, bunu beklerdim. Sonra bu evlendi, çok uyumlu bir koca buldu, ama dedim tamam, şimdi sıçtık herşey bok olacak. Ama bi baktım biz artık 3 kişi olmuşuz. Hatta ben bi ara ailemle kavga etmiştim, kalktım gittim bunların evine yerleştim. Bir koca yaz, beraber yedik içtik hiç birbirimizden sıkılmadık. Hep böyle kalır sanıyorsun dimi sevgili okur? Yok işte kalmıyor.,

Neyse ben İsveç'e yerleştim, çok koydu ikimize de. Ben burada bir iki arkadaş buluyorum ama herkeste bunu arıyorum. Beğenemiyorum kimseyi, diyorum neden o orada ben buradayım. İstanbul'u özlemiyorum, bi onu özlüyorum (anam ablam dışında) Hababam hayaller kuruyorum bu böyle şu şöyle olacak diye. O daha da beter, onun hiç arkadaşı yok benden başka bi kocası var. O daha da beter üzülüyor falan. Ama geri geliyorum herşey şahane, sanki dersin hiç ayrılmamışız. Sonra geri gitme zamanı geliyor, salyalar sümükler.

Neyse, sonra ben manitamla tekrar gelmeye karar veriyorum. Diyorum ki içimden "ulan, ben bu adamı çok seviyorum bununla çok eğleniyorum. Ee ben bu ikisini de çok seviyorum, bunlarla da çok eğleniyorum. Ulan biz4ümüz bir araya gelsek VOLTRAN oluruz amına koruz ortalığın." Bu düşüncemi onlarla da paylaşıyorum, herkes çok heyecanlanıyor. Planlar programlar havada uçuşuyor. Sonra biz geliyoruz türkiyeye. Benim bu arkadaşa bir haller oluyor. Hadi diyoruz gün bir kız çok heyecanlı konuşamıyor gavurca. Sonra gün iki oluyor, akşam bunlar geliyor. Anam bu demez mi "ben konuşmayacam bu çocukla". Ulan aylarca plan program heyecan heves yapmışsın, bu bir oturuyor içime manda gibi. Başlıyorum ağlamaya. Ulan aylardır seni bekleyen, seni özleyen insan geldiğinin ikinci günü ağlatılır mı be kadın? Neyse yapmıyor sonra öyle, biraz cin katıyoruz kanına hemen başlıyor şakımaya. Ama bununla bitmiyor, sonra bunun teyzesi geliyor, bununla görüşmeye başlıyor. Ben de kıskanıyorum. Kıskanırım tabi, allah allah teyzesi Alain Delone ile evleniyor da kocasını kıskanıyor değilim ya? Arkadaşımla geçirdiği vakti kıskanıyorum. Gidip de kıçlarına fitil de yerleştirmiyorum. Diyorum buna şakayla karışık "ohoo kızım pabucum da dama atıldı yane" Anam bu bir parlıyor, sanki anasını sittik. Ödüm bokuma karışıyor, nasıl özür dileyeceğimi şaşırıyorum. Yani böyle bir tuhaflıklar geller-gitler var bu sefer. Hayır bu karı hep eserekli, hep deli, kızdı mı deliriyor tutamıyorsun, bir nefret kapasitesi var 80 gigabyte, fil gibi herşeyi hatırlıyor falan ama asla sana böyle şeyler yapacağını düşünmüyorsun. ÇÜNKÜ BEN ÇOK FARKLIYIM DİĞER HERKESDEN (bkz. 3.paragraf dejavu)

Neyse gel zaman git zaman bizim gitme vaktimiz geliyor. Ben gitmeden önce bunlarla toplanıp bizim bahçede oturuyoruz falan hep, bu sefer de öyle olacak tabi. Neyse, araşıyoruz konuşuyoruz "yemek yiyip geliyoruz tamam" diyor saat 6 falan. Sonra saatler geçiyor ses yok, saat 9,5. Diyorum şunu bir yoklayım nerede kaldı, gülerek açıyor telefonu, bilmemkimin arkadaşıyla görüşmeye başka bir parka gitmişler. E oha diyorum 11 de mi geleceksiniz? Yok o kadar geç kalmayız ihi ihi. e madem tamam.

Ama burada pause sevgili okur. Lan insan bozulmaz mı? Sen gidiyorsun yarın, en iyi arkadaşını görmek istiyorsun, o başka insanlarla görüşüyor. Bozuldum tabi, sapına kadar bozuldum. Neyse devam sevgili okur

Saat 11 i çeyrek geçe de o bilmemkim denen arkadaşı aratıp "ğaaa biz de eve geldik şimdi, birazdan geliriz yğaa" dedirtiyorsun. Naparsın? Kulaklarına kadar kızarmaz mısın? "Gelmeyin ulan, bu kadar değersizsem!" demez misin ? Demezsin tabi, sikine bile sallamazsın o normal bir arkadaş olsa "iyi hadi bay" dersin. Ama ben ne dedim "arkadaş ben yarın gidiyorum, işim var gücüm var, yatacam gelmeyin." Benim kız da hiç umurunda değil, "tamam canım sen uyumana bak hadi görüşürüz" LAN nereye görüşüyoruz, sanki yarın bruncha gidecez beraber. Bunu hatırlatınca da hatunun tepe yine attı, "sen bu triplerine devam edersen, ömrünün sonuna kadar görüşmeyiz ayça tamam mıı BAY! "(bkz 2. paragraf dejavu) diyip beni çevir sesiyle yalnız bıraktı. (eğer cep telefonlarında çevir sesi olsaydı) Yine boğazda bir düğüm eksik olmuyor tabi.

DIT

Dedik sinirdir bu falan, bir baktım hemen ertesi günü internet ilişkilerimiz kesilmiş. Bu devirde birini facebooktan anca husumetin olunca silersin he mi? Yoksa, "Selda'nın arkadaşıyla gittiğimizde barda karşılaştığımız çocuk" ya da "ayşegülün arkadaşının ablasının sevgilisiyle aynı grupta çalan kız" kıvamında onlarca insan var listemizde. Aradan haftalar geçti ses yok, yoklıyım dedim şöyle acılı bir mesaj attım içimdekileri döken, neden dedim lan? herkesin irili ufaklı bir sebebi oldu seninki neydi amına koyim? Cevap mesajı olarak yarısı ısırılmış laptop aldım. O derece korkutucu. Bir de üstüne suçlamalar, hakaretler, iftiralar. Görse gözlerin inanmaz, duysa kulakların. O derece yaşadığın yılları hiçe sayarcasına, önümde ölsen cesedine basarımcasına.

Böyle buraya saymadığım 3 ya da 4 copy-paste hadise, hikayer aynı başlıyor, hemen hemen aynı bitiyor. Dedim ne nalet karıyım. Sonra biten her arkadaşlığın ardından bir self-pis kakacılık hata bendecilik allah beni kahretsincilik.
Sonunda anladım ki,

Hakkaten hata bende arkadaş.

Arkadaşın mı var?
Lan bırak o zaman, kalsın öyle.

Kimseyle yakın olmaya çalışma.
Neymiş en iyi arkadaşmış.
Ya bi siktir git!

Herkesle arkadaş ol. Kimseyi öyle derinden manyaklar gibi sevme. O avrupa yakasındaki kapıcının beyni zedeli oğlu gibi, her arkadaş olduğuma "ölümüne kankağğyız" dansı yaptırmaya çalışıyorum. Ondan böyle oluyor.

Yok bundan sonra, aldım dersimi. Sen de al sevgili okur, benim gibi her sene kazık yiyip durma.


Islak öpücükler.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

AYÇA'nın YENİDEN DOĞUŞUNUN ŞEREFİNE!!! Hipp Hipp!


İsveç'e yerleşeli tam 1 yıl oldu bugün. Artık buranın yerlileri hakkında yeterince bildiğimi varsayarak onlar hakkında iki kalem birşey çiziktirmek ihtiyacı hissettim. Ama önce tabi yine yurdum insanıyla başlayacağım.


Buraya mastera falan gelen Türkleri hiç anlamıyorum. Ulan sen bu ülkeye yeni şeyler görmeye, farklı insanlar tanımaya gelmedin mi? E kendi aranızda kısır günleri yaparak nesini öğreneceksin o ülkenin? Bakıyorum, üçer beşer beraber takılıyorlar orada burada, konuşulan tek dil Türkçe tabi. İşte yok Türk gecesi, isveçteki bütün Türk öğrenciler birleşin falan. E o zaman neden geldin arkadaş sen buraya? Dön ülkene yap kısırını, aç televizyonunu aşk-ı memnu falan izle, takıl arkadaşlarınla burada ne işin var? Benim kaldığım koridora erasmusla bir inek türk çocuk geldi. Nasıl ama bi görsen üzerine flaşörlerle yazmışlar "Ben bakirim, elim daha kız eline değmedi" diye. İşte bu ve bunun sütçü imamlı abazan arkadaşları hababam beraber takılıyorlar patatesli yumurta falan. Bu ilk geldiğinde parti veriyorduk geldi yanımıza, Fethullahçı sandım. Ondan sonra son tam giderken bir parti yapıyorduk yine geldi, ekstradan üç kelime daha İngilizce öğrenmiş öğrenmemiş. Bir de İsveççe "BEN AM İSTİYORUM" nasıl denir onu öğrenmiş hayvan. E nol
acağdı?10 kelimeydi 13 kelime oldu. Neyse işte onun için geldiğimden beri hiç bir Türk etkinliğine katılmadım. Çok az exchange öğrencilerle takıldım, çok az onların partilerine gittim. Onlar da İsveç'in gerçek yüzünü yansıtmıyorlar çünkü. Erasmus denilen hadise, öğrencilerin başka ülkeden insanlarla sevişebilmelerine kapı açan bir hadiseden başka birşey değil çünkü.






Erasmus = (alkol + parti) x (daha çok parti) => kontrolsüz seks + akşamdan kalmalık


Bu denklemin aksini ispatlayacak matematikçiyle kontrolsüz seks yaparım o derece iddialıyım.
Ne diyorduk? İsveçliler. Geldiğimden beri edindiğim bütün arkadaşlarım İsveçli. Tabi, erkek arkadaşımın da İsveçli olması büyük bir etken bunda. Ama sadece bilmemkimin kız arkadaşı olarak anılmıyorum onların gözünde. Birçoğuyla hakikaten yakın arkadaşım, ayrı dışarı çıkıyoruz, gyme falan gidiyoruz. Hatta bazıları sadece benim arkadaşım. En başta çok zorlandım. Herkes İsveççe konuşuyor etrafında falan, kendini önemsiz ve değersiz hissediyorsun. Çünkü düşünüyorsun ki, eğer bu insanlar senin fikirlerini önemseselerdi çoktan İngilizceye dönmüşlerdi, kimse seni kaale almıyor işte diyorsun kendi kendine. Türkiyedeki gibi ay em e dog, ay kiss yu, hav ar yu seviyesinde İngilizce bilmiyor çünkü bu insanlar. İsterlerse lap diye değişirler İngilizceye hiç sıkıntı olmadan takır takır konuşmaya devam ederler. Neyse ben böyle kendimi kullanılmış tuvalet kağıdından değersiz hissederken anladım ki, aslında bunlar farkında bile değiller kendi dillerini konuştuklarının, o kadar alışıklar ki iki dil arasında gidip gelmeye İsveççe'ye döndüklerini farketmiyorlar bile. Anca sen dolu dolu gözlerle "sikicem ama yaa fırk" dersen "hasiktir yaa, pardon" diyip dönüyorlar ortak lisana. Hasiktir falan demişken, İsveçli 20 erkeği üst üste koy benden çok küfür edemezler totalde.

İsveçliler hakikaten dakikler. Ama tabi 5 parmağın 5i bir mi değil? Bir arkadaşım var burada 20 dakika sonra oradayım diyor mesela, biz de o öyle diyince ne kadar birikmiş işimiz var onları yapıyoruz. Çünkü biliyoruz 20 dakika onun "mod" sisteminde "heralde 4-5 saate orada olurum hacı"ya denk geliyor. bkz. 5= 2 (mod3)


Hemen hemen her İsveç'li ailenin bir evleri, bir de yazlıkları var (yazlık tercihen kırmızı gövdeye beyaz badanalı). Yazlık diyince bizim anladığımız deniz kenarıyken onlarınki daha ziyade orman. Zaten İsveç'in her yeri orman. Bütün İsveç'i baştan başa dolaşan E4 karayolunda gitmek çok eğlenceli değil (gittim gördüm öğrendim) yolda gördüğünüz şeyler orman orman orman orman iki üç kırmızı ev orman orman orman bir iki ev orman orman orman. (Sırası önemli değil, istediğiniz kısımdan başlayabilirsiniz okumaya.)






Özel günleri var bu insanların da... O zaman ya bütün aile (kristmıs falan) ya da bütün arkadaşlar bir araya gelir (valborg, yazdönümü, ıstakoz günü falan filan) kocaman bir masa kurulur, strömming denen balıklardan yapılan bir nevi turşu balık olan "sill" çıkarılır, patatesler haşlanır,füme somonlar, knackebröd denen damakyaran çıtır ekmekler, ve mutlaka ama ama mutlaka sofra margarini çıkarılır, yumurtaların üstüne havyarlar, masanın üstüne snaps'lar konur. Herkes oturur şapır şupur yer. Arada denyonun biri ayağa kalkar, bir şarkı adı söyler, sen de ya önünde beliriveren kağıttan şarkıyı bulursun, ya da o kadar çok duymuşsundur ki ezberinden sözleri uydurarak ortama katılırsın. Şarkı biter, snapslar şatlanır. Sonra homini gırtlak yemeğe devam..ta ki bir başka denyo ayağa kalkana kadar.... Ben bayılıyorum bu kutlamalara. Her bir günün kendine özel geleneği var. Yok efendim mesela Valborg'da sabah 7-8 de falan kalkıp şampanya ve çilekle kahvaltı ediyorsun ve baharın gelişini kutlamak için zil zurna içiyorsun. Öyle ki altına işesen farketmezsin yani. (geldim gördüm şaşırdım)




Bir başka not da mevsimlerle ilgili. Burada mevsimler o kadar belirgin ve keskin çizgilerle ayrılıyor ki, hayretlerim şaştı. Tam ilkokulda öğrendiğimiz gibi söylersek, iskandinav iklimi yazları ılık ve güneşli, baharları mis kokulu ve bazı bazı puslu, sonbaharları yağmurlu ve karanlık, kışları soğuk ve yağışlı örtmenim. Bir de öyle cehennem karanlığı oluyor ki sonbaharda, adamın içinde ne var ne yok tüketiyor. Ama insan alışıyor, çok kolay alışıyor hem de. O upuzun 5,5 aylık karı, soğuğu, -25 dereceleri gördükten sonra o karlar eriyip de güneş dımdızlak yukarı en tepeye çıkıp geceye kadar inmeyince, sonra da "amaan ben sıkıldım ayol geri geldim" diyerek 1,5 saate tekrar gelince bir şükür duası beliriyor dudaklarının ucunda. "Hiç gitme kız Güneş, iki çift daha laf edek" diyorsun. Yani yazın, baharın kıymetini anlıyor, sonuna kadar dışarıda, ormanda, bayırda vakit geçirmek istiyorsun.

İsveç insanlarının benim tanıdığım çoğunluğunda herkes ama herkes sevgilisiyle yaşıyor, bunu bütün aileler cümle aile ma aile biliyor ve kesinlikle normal karşılıyor. Zira kendileri de aynı öylelermiş gençkene. Sanırım bir önceki nesil şimdi bizim gördüğümüz muameleyi görmüşler. Evlenirken kırmızı kuşaklar falan hesabı. Çok fazla kıskançlık, bir ilişki yaşıyoruz madem birbirimizin götünden ayrılmayalımcılık falan görmedim. Vardır ama tabi. Ama bizim gerizekalı kızlarımız gibi "ay serhan da bi kodu çocuk uçtu yaniii, manyak o manyak" gibi hastaruhluyu şakşaklamacılık pek yok.



Ha bir de bu şahane insanlar ASLA ama ASLA küçük dağları ben yarattım nihat doğancılığı yapmıyorlar. Misal, benim buradaki en yakın arkadaşlarımdan biri adam kısa şörtlü yıllarından beri tırmanış sporuyla ilgileniyor, ben adama soruyorum "Abi, nasılsın iyi misin bu işlerde?" Herif bana "eh işte, idare ederim SANIRIM" diyor. Sonra öğreniyorum herif Stockholm'deki küre şeklindeki 100 bilmemkaç
metre yükseklikteki binanın çatısını yapmak için işe alınmış falan. Aha yanda görüyonuz. Şu ana kadar bir tane "Ben tekim" vakası yaşadım, o da zaten dünyanın en
adi insanıydı heralde onu örtmek için çığlık çığlığa ben tekim ben dünyanın en şahane MARANGOZuyum diye geziniyordu.
temsili video için bkz.

İsveçliler, Danimarkalıları hiç sevmezler. Neredeyse tek nedeni de, dilleri. Ama hakikaten Danimarkalılar o kadar acaip konuşuyorlar ki tarif etmek gerekirse hep bir ağızdan bütün İsveç şunu söyler: Ağzında pelte olduğu halde konuşmaya çalışan, sarhoş İsveç'li. Her ağızlarını açtıklarında kusacakları izlenimi veriyorlar ağızlarından çıkan her kelimeyle (geldiler, gördüm, iğrendim)
Norveçlilerin de hep çok mutlu olduklarını, intiharın eşiğindeyim depresyondayım derken bile az sonra kol kola girip dans etmeye başlayacak kadar neşeli duyulduğunu söylerler (açtım televizyonu, izledim, onayladım)
Kendi içlerinde ise, stockholm civarı kimseyi beğenmez,kimse onları beğenmez. kuzeyliler güneylileri (ve tam tersi) ortadakiler acaip, kuzeyliler ağır ağır konuşur güneyliler az kalsın danca konuşur stockholmlüler zaten burnu büyük "büyük şehirliler" der herkes birbirini ezer.

Burada neredeyse kimse metal müzik dinlemiyor, hayalini kurduğum sağa bak metalci sola bak metalci hayalim suların altına gömüldü, daha geldiğim ilk hafta.

Burada inanılmaz bir kadın erkek eşitliği var. Erkekler analarının muhallebisi olarak yetiştirilmek yerine okulda örgü örmekten yemek yapmaya hatta bir alışveriş torbasının en mantıklı nasıl yerleştirilmesi gerektiğine kadar (bunu ben bile bilmiyorum lan) bir sürü HANIM İŞİ öğreniyorlar ve onlar için bir yemek yaparken yardım etmekten daha normal birşey yok. İçeride oturduğu yerden "ben bilmeğm ki ben yapamağm" diye anırıp siz çok üzülünce de gelip sakarlığa yatıp eti yakan, ya da tabak falan kıran hanzo erkeklerimizden pek yok yani.

Bu insanlar egzersize tutkuyla bağlılar, spor salonunda rastlayacağınız 80 yaşında bir teyze kafasını bacağına koyarken, bir ceylan gibi hoplayıp zıplarken siz kalp krizinin eşiğinden dönmüş oflayıp tıslamaktan konuşamaz halde olabilirsiniz, çok normal. Acaipler. (test ettim, onayladım, utanıyorum)

Şimdilik aklıma gelenlerin sonuncusu ise araba kullanma mevzuu. 2004 yılından beri ehliyetim var, öyle böyle şöyle araba kullanıyorum ama ben işaretleri okumayı bilmiyorum arkadaş! Ulan İstanbul'da işaretlere uyarak gitmeye kalkarsan ya peşindeki arabalar seni arabadan indirir, tren olarak sana girerler, ya da trafiği aksatmaktan polisten ceza yersin. Bisiklet ile geçiriyorum ben burada arabaları. Bir kere her yaya geçidinde duracaksın. İstediğin kadar tehditkar bakış fırlat, o yayalar ipimle kuşağım sikimle taşağım hızında karşıya geçecekler. Her işareti okuyacan, kurala uyacan, 30 kilometre ise hız sınırı 30 la gidecen. Bitmedi! VE Her kırmızı ışıkta duracan! yaa! yiyosa gelsin seda sayan pepsi kamyonuyle. Kuzeyden, Uppsala'ya dönerken bir arkadaşın arabasıyla döndük. Arabanın arkasına bağlı trailer mi ne deniyorsa işte ondan var. Öyle kuyruğun olursa, hız sınırın 90km. Dedim bakayım acaba daha hızlı gidecek mi? yol boş ulan yardır mınaki! diyecek mi. Anam yok. Dert ettim uyumadığım her dakika baktım hıza..90! 91 değil, 89 değil. 90.


Ya işte böyle sayın okur. Bence bu kadar yeter şimdilik, herşeyi anlatırsam büyüsü kaçar daha takip etmezsin beni. (kaçan kovalanır tarcan!) Zaten topu topu 10 kişim var 5i muhtemel ölü ses yok seda yok.


Öperim