18 Ağustos 2010 Çarşamba

AYÇA'nın YENİDEN DOĞUŞUNUN ŞEREFİNE!!! Hipp Hipp!


İsveç'e yerleşeli tam 1 yıl oldu bugün. Artık buranın yerlileri hakkında yeterince bildiğimi varsayarak onlar hakkında iki kalem birşey çiziktirmek ihtiyacı hissettim. Ama önce tabi yine yurdum insanıyla başlayacağım.


Buraya mastera falan gelen Türkleri hiç anlamıyorum. Ulan sen bu ülkeye yeni şeyler görmeye, farklı insanlar tanımaya gelmedin mi? E kendi aranızda kısır günleri yaparak nesini öğreneceksin o ülkenin? Bakıyorum, üçer beşer beraber takılıyorlar orada burada, konuşulan tek dil Türkçe tabi. İşte yok Türk gecesi, isveçteki bütün Türk öğrenciler birleşin falan. E o zaman neden geldin arkadaş sen buraya? Dön ülkene yap kısırını, aç televizyonunu aşk-ı memnu falan izle, takıl arkadaşlarınla burada ne işin var? Benim kaldığım koridora erasmusla bir inek türk çocuk geldi. Nasıl ama bi görsen üzerine flaşörlerle yazmışlar "Ben bakirim, elim daha kız eline değmedi" diye. İşte bu ve bunun sütçü imamlı abazan arkadaşları hababam beraber takılıyorlar patatesli yumurta falan. Bu ilk geldiğinde parti veriyorduk geldi yanımıza, Fethullahçı sandım. Ondan sonra son tam giderken bir parti yapıyorduk yine geldi, ekstradan üç kelime daha İngilizce öğrenmiş öğrenmemiş. Bir de İsveççe "BEN AM İSTİYORUM" nasıl denir onu öğrenmiş hayvan. E nol
acağdı?10 kelimeydi 13 kelime oldu. Neyse işte onun için geldiğimden beri hiç bir Türk etkinliğine katılmadım. Çok az exchange öğrencilerle takıldım, çok az onların partilerine gittim. Onlar da İsveç'in gerçek yüzünü yansıtmıyorlar çünkü. Erasmus denilen hadise, öğrencilerin başka ülkeden insanlarla sevişebilmelerine kapı açan bir hadiseden başka birşey değil çünkü.






Erasmus = (alkol + parti) x (daha çok parti) => kontrolsüz seks + akşamdan kalmalık


Bu denklemin aksini ispatlayacak matematikçiyle kontrolsüz seks yaparım o derece iddialıyım.
Ne diyorduk? İsveçliler. Geldiğimden beri edindiğim bütün arkadaşlarım İsveçli. Tabi, erkek arkadaşımın da İsveçli olması büyük bir etken bunda. Ama sadece bilmemkimin kız arkadaşı olarak anılmıyorum onların gözünde. Birçoğuyla hakikaten yakın arkadaşım, ayrı dışarı çıkıyoruz, gyme falan gidiyoruz. Hatta bazıları sadece benim arkadaşım. En başta çok zorlandım. Herkes İsveççe konuşuyor etrafında falan, kendini önemsiz ve değersiz hissediyorsun. Çünkü düşünüyorsun ki, eğer bu insanlar senin fikirlerini önemseselerdi çoktan İngilizceye dönmüşlerdi, kimse seni kaale almıyor işte diyorsun kendi kendine. Türkiyedeki gibi ay em e dog, ay kiss yu, hav ar yu seviyesinde İngilizce bilmiyor çünkü bu insanlar. İsterlerse lap diye değişirler İngilizceye hiç sıkıntı olmadan takır takır konuşmaya devam ederler. Neyse ben böyle kendimi kullanılmış tuvalet kağıdından değersiz hissederken anladım ki, aslında bunlar farkında bile değiller kendi dillerini konuştuklarının, o kadar alışıklar ki iki dil arasında gidip gelmeye İsveççe'ye döndüklerini farketmiyorlar bile. Anca sen dolu dolu gözlerle "sikicem ama yaa fırk" dersen "hasiktir yaa, pardon" diyip dönüyorlar ortak lisana. Hasiktir falan demişken, İsveçli 20 erkeği üst üste koy benden çok küfür edemezler totalde.

İsveçliler hakikaten dakikler. Ama tabi 5 parmağın 5i bir mi değil? Bir arkadaşım var burada 20 dakika sonra oradayım diyor mesela, biz de o öyle diyince ne kadar birikmiş işimiz var onları yapıyoruz. Çünkü biliyoruz 20 dakika onun "mod" sisteminde "heralde 4-5 saate orada olurum hacı"ya denk geliyor. bkz. 5= 2 (mod3)


Hemen hemen her İsveç'li ailenin bir evleri, bir de yazlıkları var (yazlık tercihen kırmızı gövdeye beyaz badanalı). Yazlık diyince bizim anladığımız deniz kenarıyken onlarınki daha ziyade orman. Zaten İsveç'in her yeri orman. Bütün İsveç'i baştan başa dolaşan E4 karayolunda gitmek çok eğlenceli değil (gittim gördüm öğrendim) yolda gördüğünüz şeyler orman orman orman orman iki üç kırmızı ev orman orman orman bir iki ev orman orman orman. (Sırası önemli değil, istediğiniz kısımdan başlayabilirsiniz okumaya.)






Özel günleri var bu insanların da... O zaman ya bütün aile (kristmıs falan) ya da bütün arkadaşlar bir araya gelir (valborg, yazdönümü, ıstakoz günü falan filan) kocaman bir masa kurulur, strömming denen balıklardan yapılan bir nevi turşu balık olan "sill" çıkarılır, patatesler haşlanır,füme somonlar, knackebröd denen damakyaran çıtır ekmekler, ve mutlaka ama ama mutlaka sofra margarini çıkarılır, yumurtaların üstüne havyarlar, masanın üstüne snaps'lar konur. Herkes oturur şapır şupur yer. Arada denyonun biri ayağa kalkar, bir şarkı adı söyler, sen de ya önünde beliriveren kağıttan şarkıyı bulursun, ya da o kadar çok duymuşsundur ki ezberinden sözleri uydurarak ortama katılırsın. Şarkı biter, snapslar şatlanır. Sonra homini gırtlak yemeğe devam..ta ki bir başka denyo ayağa kalkana kadar.... Ben bayılıyorum bu kutlamalara. Her bir günün kendine özel geleneği var. Yok efendim mesela Valborg'da sabah 7-8 de falan kalkıp şampanya ve çilekle kahvaltı ediyorsun ve baharın gelişini kutlamak için zil zurna içiyorsun. Öyle ki altına işesen farketmezsin yani. (geldim gördüm şaşırdım)




Bir başka not da mevsimlerle ilgili. Burada mevsimler o kadar belirgin ve keskin çizgilerle ayrılıyor ki, hayretlerim şaştı. Tam ilkokulda öğrendiğimiz gibi söylersek, iskandinav iklimi yazları ılık ve güneşli, baharları mis kokulu ve bazı bazı puslu, sonbaharları yağmurlu ve karanlık, kışları soğuk ve yağışlı örtmenim. Bir de öyle cehennem karanlığı oluyor ki sonbaharda, adamın içinde ne var ne yok tüketiyor. Ama insan alışıyor, çok kolay alışıyor hem de. O upuzun 5,5 aylık karı, soğuğu, -25 dereceleri gördükten sonra o karlar eriyip de güneş dımdızlak yukarı en tepeye çıkıp geceye kadar inmeyince, sonra da "amaan ben sıkıldım ayol geri geldim" diyerek 1,5 saate tekrar gelince bir şükür duası beliriyor dudaklarının ucunda. "Hiç gitme kız Güneş, iki çift daha laf edek" diyorsun. Yani yazın, baharın kıymetini anlıyor, sonuna kadar dışarıda, ormanda, bayırda vakit geçirmek istiyorsun.

İsveç insanlarının benim tanıdığım çoğunluğunda herkes ama herkes sevgilisiyle yaşıyor, bunu bütün aileler cümle aile ma aile biliyor ve kesinlikle normal karşılıyor. Zira kendileri de aynı öylelermiş gençkene. Sanırım bir önceki nesil şimdi bizim gördüğümüz muameleyi görmüşler. Evlenirken kırmızı kuşaklar falan hesabı. Çok fazla kıskançlık, bir ilişki yaşıyoruz madem birbirimizin götünden ayrılmayalımcılık falan görmedim. Vardır ama tabi. Ama bizim gerizekalı kızlarımız gibi "ay serhan da bi kodu çocuk uçtu yaniii, manyak o manyak" gibi hastaruhluyu şakşaklamacılık pek yok.



Ha bir de bu şahane insanlar ASLA ama ASLA küçük dağları ben yarattım nihat doğancılığı yapmıyorlar. Misal, benim buradaki en yakın arkadaşlarımdan biri adam kısa şörtlü yıllarından beri tırmanış sporuyla ilgileniyor, ben adama soruyorum "Abi, nasılsın iyi misin bu işlerde?" Herif bana "eh işte, idare ederim SANIRIM" diyor. Sonra öğreniyorum herif Stockholm'deki küre şeklindeki 100 bilmemkaç
metre yükseklikteki binanın çatısını yapmak için işe alınmış falan. Aha yanda görüyonuz. Şu ana kadar bir tane "Ben tekim" vakası yaşadım, o da zaten dünyanın en
adi insanıydı heralde onu örtmek için çığlık çığlığa ben tekim ben dünyanın en şahane MARANGOZuyum diye geziniyordu.
temsili video için bkz.

İsveçliler, Danimarkalıları hiç sevmezler. Neredeyse tek nedeni de, dilleri. Ama hakikaten Danimarkalılar o kadar acaip konuşuyorlar ki tarif etmek gerekirse hep bir ağızdan bütün İsveç şunu söyler: Ağzında pelte olduğu halde konuşmaya çalışan, sarhoş İsveç'li. Her ağızlarını açtıklarında kusacakları izlenimi veriyorlar ağızlarından çıkan her kelimeyle (geldiler, gördüm, iğrendim)
Norveçlilerin de hep çok mutlu olduklarını, intiharın eşiğindeyim depresyondayım derken bile az sonra kol kola girip dans etmeye başlayacak kadar neşeli duyulduğunu söylerler (açtım televizyonu, izledim, onayladım)
Kendi içlerinde ise, stockholm civarı kimseyi beğenmez,kimse onları beğenmez. kuzeyliler güneylileri (ve tam tersi) ortadakiler acaip, kuzeyliler ağır ağır konuşur güneyliler az kalsın danca konuşur stockholmlüler zaten burnu büyük "büyük şehirliler" der herkes birbirini ezer.

Burada neredeyse kimse metal müzik dinlemiyor, hayalini kurduğum sağa bak metalci sola bak metalci hayalim suların altına gömüldü, daha geldiğim ilk hafta.

Burada inanılmaz bir kadın erkek eşitliği var. Erkekler analarının muhallebisi olarak yetiştirilmek yerine okulda örgü örmekten yemek yapmaya hatta bir alışveriş torbasının en mantıklı nasıl yerleştirilmesi gerektiğine kadar (bunu ben bile bilmiyorum lan) bir sürü HANIM İŞİ öğreniyorlar ve onlar için bir yemek yaparken yardım etmekten daha normal birşey yok. İçeride oturduğu yerden "ben bilmeğm ki ben yapamağm" diye anırıp siz çok üzülünce de gelip sakarlığa yatıp eti yakan, ya da tabak falan kıran hanzo erkeklerimizden pek yok yani.

Bu insanlar egzersize tutkuyla bağlılar, spor salonunda rastlayacağınız 80 yaşında bir teyze kafasını bacağına koyarken, bir ceylan gibi hoplayıp zıplarken siz kalp krizinin eşiğinden dönmüş oflayıp tıslamaktan konuşamaz halde olabilirsiniz, çok normal. Acaipler. (test ettim, onayladım, utanıyorum)

Şimdilik aklıma gelenlerin sonuncusu ise araba kullanma mevzuu. 2004 yılından beri ehliyetim var, öyle böyle şöyle araba kullanıyorum ama ben işaretleri okumayı bilmiyorum arkadaş! Ulan İstanbul'da işaretlere uyarak gitmeye kalkarsan ya peşindeki arabalar seni arabadan indirir, tren olarak sana girerler, ya da trafiği aksatmaktan polisten ceza yersin. Bisiklet ile geçiriyorum ben burada arabaları. Bir kere her yaya geçidinde duracaksın. İstediğin kadar tehditkar bakış fırlat, o yayalar ipimle kuşağım sikimle taşağım hızında karşıya geçecekler. Her işareti okuyacan, kurala uyacan, 30 kilometre ise hız sınırı 30 la gidecen. Bitmedi! VE Her kırmızı ışıkta duracan! yaa! yiyosa gelsin seda sayan pepsi kamyonuyle. Kuzeyden, Uppsala'ya dönerken bir arkadaşın arabasıyla döndük. Arabanın arkasına bağlı trailer mi ne deniyorsa işte ondan var. Öyle kuyruğun olursa, hız sınırın 90km. Dedim bakayım acaba daha hızlı gidecek mi? yol boş ulan yardır mınaki! diyecek mi. Anam yok. Dert ettim uyumadığım her dakika baktım hıza..90! 91 değil, 89 değil. 90.


Ya işte böyle sayın okur. Bence bu kadar yeter şimdilik, herşeyi anlatırsam büyüsü kaçar daha takip etmezsin beni. (kaçan kovalanır tarcan!) Zaten topu topu 10 kişim var 5i muhtemel ölü ses yok seda yok.


Öperim

3 yorum:

  1. uzun olmasına rağmen ve konuyla tamamen alakasız olmama rağmen su gibi okudum.çok iyi yazıyorsun bravo:D

    YanıtlaSil
  2. sondaki dil haric yukaridaki yoruma imza atiyorum.

    YanıtlaSil
  3. Bilmiyorum bu blogda takılıyormusun hala? 2 senelik bir yazı ama bende nette sürf yaparkan öylesine denk geldi blog :D

    Kendim İsveçte doğma büyümeyim o yüzden baya güldüm yazdıklarına! izlenimlerin çook entresan!! hepsine katılmıyorum ama :p

    Araba kurallarına (ve kurallara saygı) düşkünlüyümüzü çok komik anlatıyorsun..gülmekten öldüm!:D
    Bilmiyorum hala burdamısın yoksa döndünmü? :)

    YanıtlaSil